OSMANLI'DAN CUMHURİYET'E İSTANBUL
Osmanlı İmparatorluğu Dönemi
(1453-1923) İstanbul, Fatih Sultan Mehmed komutasındaki Osmanlı Ordusu
tarafından fethedildikten sonra üç gün içinde sükunet sağlandı. Ardından
görkemli şenliklerle fetih kutlandı. Şenlikten sonra Fatih Sultan
Mehmed askerin şehirde dolaşmasını yasakladı. Hızla şehir kontrol altına
alındı. Rumların kendi dinleri ve gelenekleri ile yaşayabileceği
duyuruldu. Fatih Sultan Mehmed Ortodoks Rumlara boş bulunan Patriklik
makamına birini seçmelerini emretti. Fetih sırasında olumlu davranışları
görülen Yahudi cemaatine havralarına sahip olma hakkı tanındı ve
Haham’a iltifatlarda bulunuldu. Türk-Yahudi topluluğu Karayim
Cemaati’ine Arpacılar Mescidi’nin bulunduğu yerde bir ibadethane tahsis
edildi. Daha sonraları Ermeni Cemaati için de bir patrik tayin edilmiş
ve cemaatler arası denge gözetilmiştir. Fatih Sultan Mehmed şehirde
düzeni sağlar sağlamaz hızla imar faaliyetine girişti. İlk ciddi imar
faaliyeti, fetih esnasında harap olan surların tamiridir. Hendekler
temizletildi ve yıkık yerler tamir edildi. Fatih Sultan Mehmed bakımsız
ve harap durumda olan Ayasofya’yı satın alıp tamir ettirdi ve camiye
dönüştürdü. Fatih Sultan Mehmed’in fetihten sonra yaptırdığı veya
vakfettiği çok sayıda yapının bir kısmı şunlardır; Bugünkü Vefa semtinde
Şeyh Ebu’l-Vefa adına yaptırılan cami, bugünkü Eyüp’te Ebu Eyyub
el-Ensari’nin türbesi ve civarına yayılan külliye, devlet hazinesi
olarak da kullanılan Yedikule, şehrin yedi tepesinden biri üzerine
kurulan ve kendi adıyla anılan Fatih Camii ve Külliyesi, bugünkü Beyazıt
Meydanı civarında yaptırılan ve günümüze izi kalmayan Saray-ı Atik ve
Saray-ı Cedid (bugünkü Topkapı Sarayı). Bu dönemin diğer önemli eserleri
arasında, Mahmud Paşa Camii, Gedik Ahmet Camii, Karamani Mehmed’in
Nişanca Camii, Rum Mehmed Paşa Camii, Has Murad Paşa Camii, İbrahim Paşa
Camii ve bunların çevresinde sıralanan imaret ve benzeri yapılar,
Belgrad Ormanları’ndaki kaynaklardan şehre su taşıyan tesisler, çok
sayıda darüşşafaka, imaret, han, kervansaray gibi yapılar ve bugünkü
Kapalıçarşı. Fetihten sonra şehrin kalkındırılması için yeni iskan
bölgeleri oluşturuldu. Boş mülkler fetihte hizmeti geçenlerin yanı sıra
hemen her isteyene parasız olarak verildi. Anadolu ve Rumeli’den
Müslüman nüfus şehre göçe özendirildi. Bu da yeterince fayda
sağlamayınca vilayetlere ferman gönderilerek her sınıftan belli sayıda
kişinin İstanbul’a gönderilmeleri buyruldu. Çeşitli bölgelerden
Hıristiyan ve Yahudiler de şehre getirilerek belli yerlerde iskan
edildiler. Nüfusu artırmaya yönelik bu iskan ve zorunlu göçlerle oluşan
mahalleler daha sonraki İstanbul idari yapısının temelini oluşturdu.
1459’da İstanbul her biri farklı demografik özellikler taşıyan dört
idari birime ayrıldı. Bunlardan biri idarenin merkezinin olduğu Suriçi,
diğer üçü ise surdışında yer alan ve “Bilad-i Selase” olarak
adlandırılan Eyüp (Büyük ve Küçük Çekmece, Çatalca ve Silivri dahil),
Galata ve Üsküdar’dı. 1457 sonunda eski başkent Edirne’nin uğradığı
büyük yangınla şehre yeni göçmenler geldi ve şehir oldukça şenlendi.
İstanbul, fetihten 50 yıl sonra Avrupa’nın en büyük şehri haline geldi.
16. yüzyıla büyük bir şehir olarak giren İstanbul, Küçük Kıyamet olarak
anılan 14 Eylül 1509 depreminde çok zarar gördü. 45 gün süren depremde
binlerce bina harap oldu, yıkılmadık tek minare kalmadı. Şehir, 1510’da
Sultan II. Bayezıd tarafından 80 bin kişinin istihdamıyla neredeyse
yeniden kuruldu. Bu yüzden günümüze gelebilen eserlerin büyük çoğunluğu
bu devirden kalmıştır. Kanuni Sultan Süleyman Dönemi Kanuni Sultan
Süleyman’ın tahtta kaldığı 1520-1566 yılları arasındaki 46 yıllık dönem,
devlet için olduğu gibi İstanbul için de bir yükseliş dönemi olmuştur.
Bu dönem boyunca İstanbul’da birçoğu günümüze de ulaşmış çok sayıda paha
biçilmez eser inşa edilmiştir. 1509 depreminde büyük hasara uğrayan
kent yeniden ve daha planlı bir biçimde restore edilmiş, şehir yeni
bentler, su kemerleri, suyolları ve çeşmelerle bol suya kavuşmuştur.
Medreseler, kervansaraylar, hamamlar, hasbahçeler ve köprülerle
donatılan İstanbul, tam bir büyük kent görünümü kazanmıştır. Yine bu
dönemde Haliç-Galata Limanı Akdeniz’in en işlek limanlarından biri
haline gelmiştir. Bu dönemde inşa edilen eserler, özellikle Mimar Sinan
tarafından yapılanlar, şehre yepyeni bir görünüm kazandırmıştır.
Süleymaniye Camii ve Külliyesi, Şehzadebaşı Camii ve Külliyesi, Sultan
Selim Camii ve Külliyesi, Cihangir Camii, Mihrimah Sultan adına
Edirnekapı ve Üsküdar’da yapılan camiler, Hürrem Sultan adına yaptırılan
Haseki Külliyesi ve Haseki Hamamı bu dönemde inşa edilen eserlerin
önemlileridir. Bu devirde açılan Sahn-ı Süleymaniye Medreseleri de
İstanbul’a bir eğitim ve bilim merkezi olma özelliği kazandırmıştır.
Kanuni dönemi İstanbul için bir planlı kentleşme dönemi olmuştur. Bir
yandan kente yeni göçlerin gelmesi engellenmiş, diğer yandan da surların
çevresine ev yapımı yasaklanmıştır. Her evin pencerelerine kepenk
konulması ve Galata’daki tüm yapılarda taş kullanılması zorunluluğu
getirilmiştir. İstanbul’a bol su sağlamak için birçok tesis hazineden
ayrılan ödenekle ve angarya sistemine başvurulmaksızın tamamlanmıştır.
Şehir, Sarayburnu, Tersane, İskender Çelebi, Dolmabahçe, Tokat, Çubuklu,
Sultaniye, Üsküdar, Haydarpaşa, Kandilli hasbahçeleri ve Büyükdere
Korusu ile bezenmiştir. Kentin tüm iaşe ve ihtiyaçları devletçe
üstlenilmiş; bu maksatla Rumeli şehirleri, Karadeniz Kıyıları ve Mısır’a
bir takım yükümlülükler getirilmiştir. Yine İstanbul bu dönemde
‘kıraathane’lerle (kahvehane) tanışmıştır. İstanbul’un büyüyerek eski
sınırları dışına taşması ve yeni semtlerin ortaya çıkışı da Kanuni
devrinde gerçekleşmiştir. Kasım Paşa, Piri Paşa, Piyale Paşa ve Ayas
Paşa mahalleri bu dönemde kurulmuştur. Galata da bu dönemde çok canlıdır
ve tek başına bir şehir büyüklüğüne ulaşmıştır. Yine bu yıllarda ilk
kez olarak Beyoğlu’nda elçilik binaları açılacaktır. Kanuni dönemi
İstanbul’u bazı büyük felaketlere de şahit olmuştur. Veba salgınları bu
dönemde bu dönemde İstanbul’u sık sık etkilemiştir. 1554’te çıkan yangın
Ayasofya’dan Tahtakale’ye kadar olan kısmı, 1555’te çıkan yangın ise
Galata’yı büyük hasara uğratmıştır. 1554’teki şiddetli fırtınada deniz
kabarmış, dereler taşmış, birçok insan boğulmuştur. 1563’teki aşırı
yağmur neticesi oluşan seller ise bundan da büyük zararlara yol açmış,
hatta bu esnada Yeşilköy’de avlanmakta olan Kanuni Sultan Süleyman da
tehlike atlatmıştır. Lale Devri’nde İstanbulLale Devri 1718-1730 yılları
arasında ve Sultan III. Ahmed’in padişahlığı ile Nevşehirli Damat
İbrahim Paşa’nın sadrazamlığı dönemini kapsar. Bu dönem adını o yıllarda
saray çevresinde ve varlıklı kesimler arasında başlayan lale yetiştirme
merakından alır. Lale Devri’nde İstanbul, birçok yenilikler ve
değişiklikler yaşadı. Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa özellikle
Paris ve Viyana’dan getirttirdiği projelerden esinlenerek İstanbul’un
imarına el attı. İlk önce Haliç ıslah edildi ve Kağıthane Deresi ve
Haliç kenarları gezinti yerleri haline getirildi. Kağıthane’de padişah
için Sadabad Kasrı inşa edildi ve etrafı lale bahçeleriyle bezendi. Bu
bahçeler varlıklı kesimler arasında lale yetiştirme furyasının doğuşuna
neden oldu. Yine bu dönemde Üsküdar, Beylerbeyi, Bebek, Fındıklı,
Alibeyköyü, Ortaköy ve Topkapı semtlerinde birçok köşk ve bahçe yapıldı.
Daha önce yangınlarla harap olmuş semtler yeniden inşa edildi. Lale
Devri’nde İstanbul’un yaşadığı yenilikler sadece imar sahasında değildi.
İlk olarak bu dönemde itfaiye teşkilatı kuruldu; ilk matbaa bu dönemde
İbrahim Müteferrika tarafından faaliyete geçirildi. Ayrıca bir çini
fabrikası, kumaş fabrikası ve Yalova kâğıt fabrikası bu yıllar
içerisinde açıldı. Lale devrinde sanat ve edebiyatta da bir canlanma
yaşandı. Özellikle şair ve ressamlar saraydan büyük iltifat gördüler.
Yine bu dönemde Türk mimarisi klasik dönemin son şaheserlerini
vermiştir. Emetullah Gülnuş Valide Camii, Sultan III. Ahmed’in Topkapı
Sarayı’nın önünde ve Üsküdar’da yaptırdığı çeşmeler, Sultan III. Ahmed
Kütüphanesi ve Damat İbrahim Paşa Külliyesi bunların başlıcalarıdır.
Lale Devri Patrona Halil isyanıyla sona ermiştir. Bu ayaklanma esnasında
dönemin sembolü olan lale bahçeleri ve köşklerin birçoğu tamamen tahrip
edilmiştir. Tanzimat Dönemi3 Kasım 1839’da Topkapı Sarayı’nın Gülhane
Bahçesi’nde okunarak halka ilan edilen Tanzimat Fermanı ile İstanbul’da
yeni bir dönem açıldı. Batılılaşma sürecinin hızlandığı bu dönemde
İstanbul’da mimariden yaşama tarzına, eğitim kuruluşlarından sanayi
kuruluşlarına kadar birçok alanda yenilikler yaşandı. Bu dönemde şehir
yeni alanlara doğru genişlemeye başladı. Suriçi Bakırköy yönünde, Galata
ise Teşvikiye yönünde yayılırken; Boğaziçi’nde Sarıyer’e iskan
hızlandı. Anadolu yakası ise bir taraftan Bostancı, diğer taraftan
Beykoz’a doğru büyüdü. Kentin genişlemesine paralel, hızlı bir imar
faaliyeti de söz konusuydu. Bir taraftan padişahlar, diğer taraftan da
devlet erkanı, gayrimüslim zenginler ve yabancı elçilikler adeta saray,
köşk ve malikane yaptırma yarışına girdiler. Dolmabahçe, Çırağan ve
Beylerbeyi Sarayları, Ihlamur ve Küçüksu Kasırları, Ayazağa, Alemdağ,
İcadiye ve Mecidiye Köşkleri bu dönemde inşa edildi. Yine bu dönemde
“mebain-i emriyye” adı verilen birçok kamu binası da yaptırıldı. Çeşitli
semtlerdeki postane binaları, Tophane, Maçka Silahhanesi, Harbiye
Nezareti ve Pangaltı Harbiye Binaları bunların başında gelmektedir.
Yaşanan hızlı Batılılaşma etkilerini mimari üzerinde de gösterdi. Bu
dönemde klasik Osmanlı mimarisi terk edildi ve yeni yapılar barok,
rokoko, neogotik ve ampir gibi Batılı tarzlarda inşa edildi. Hatta bu
üslup değişmesi cami mimarisine kadar nüfus etti. Bu yıllar, altyapı ve
kent hizmetlerinde de önemli gelişmelere sahne oldu. Haliç üzerine köprü
yapılması, tünel (metro), Rumeli Demiryolu, kent içi deniz taşımacılığı
yapan Şirket-i Hayriye’nin açılması, Şehremaneti (Belediye) örgütünün
diğer belediye dairelerinin kurulması, ilk telgraf hattının çekilmesi,
Zaptiye Nezareti’nin kurulması ve ona bağlı karakolların açılması, Vakıf
Gureba Hastanesi’nin hizmete girmesi ve Atlı Tramvay Şirketi bu
gelişmelerin sadece bazılarıdır. Batılılaşma sürecini besleyecek modern
eğitim kurumlarının açılmasına da bu dönemde büyük önem verildi. Bugünkü
İstanbul Üniversitesi’nin temeli olan Darülfünun, erkek ve kız
rüşdiyeleri (liseler) Ziraat Mektebi, Telgraf Mektebi, Darülmaarif
(Maarif Koleji), Darülmuallimin (Öğretmen Okulu), Orman Mektebi, Ebe
Mektebi, Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi), Sanayi Mektebi ve
Mekteb-i Tıbbiyey-i Mülkiye bu dönemde eğitime başlayan okullardandır.
Tüm bu değişmeler doğal olarak kentin sosyal yaşamını da derinden
etkiledi. Özellikle Kırım Savaşı’nda İstanbul’a gelen İngiliz, Fransız
ve İtalyan asker ve subayları ile Galata’da yerleşmiş bulunan
Levantenlerin yaşam tarzı İstanbul ahalisi üzerinde müessir oldu. Bu
dönemde Beyoğlu, meyhaneleri, kahvehaneleri, tütüncü dükkanları,
balozları ve tiyatrolarıyla tam bir eğlence merkezi haline geldi. Rum,
Ermeni ve Yahudi kızları kantolar söylemekte; Beyoğlu’nun yanı sıra
Şehzadebaşı ve Gedikpaşa’da da tuluattan modern tiyatroya kadar bütün
gösteriler kumpanyalarca sahnelenmekteydi. Toplumun eğlence
alışkanlıklarıyla birlikte, zevkleri de değişiyordu. Sadece saray
çevreleri ve zenginler değil orta halli aileler de Batı tipi lüks
tüketime yöneldi. Evlerin iç dekorasyonu değişti; masa, sandalye ve
koltuk gibi eşyalar evlere girmeye başladı. Yine bu dönemde yazlık ve
kışlık adeti başladı. Suriçi ve Beyoğlu kışlık; Boğaz, Kadıköy ve Adalar
yazlık yerlerdi. Bu nedenle önceden Boğaz’da yalı satın alacak paralar,
mevsimlik kira olarak ödenir hale geldi. İstanbul’un ekonomik yapısı da
bu dönemde birçok değişiklik yaşadı. Geleneksel esnaf örgütleri olan
loncalar dağıtıldı ve devlet, esnafı şirketleştirmek için krediler
vermeye başladı. Haliç çevresinde ve Tophane’de sanayi tesisleri
kuruldu. İstanbul bu dönemde ilk kez olarak grevlerle de tanıştı. Bu
yıllar Galata’nın finans alanında güçlenmesine de şahit olacaktı. Galata
bankerleri artık doğrudan saraya borç veriyor veya Osmanlı’nın kombiyo
işlemlerini yönlendiriyordu. Devlete ait tahvillerin miktarı bir borsa
kurulmasını gerektirecek ölçüde çoğalmış; kurulan Galata Borsası sadece
Galatalı bankerlerin değil sıradan vatandaşın da ilgisini çekmeye
başlamıştı. Bu dönem İstanbul’unda siyasi hayat da çok
hareketlenecektir. Bir taraftan Batıcılık, diğer taraftan İslamcılık ve
Türkçülük akımları güçlenecek, bir Tazminat aydını grubu ortaya çıkacak;
sanat ve edebiyat canlanacak; Takvim-i Vekayi, Ceride-i Havadis,
Basiret, Vakit, İstikbal, Sadakad, Sabah, Hayat ve Cihan gazeteleri
çıkmaya başlayacaktır. 1844’deki ilk nüfus sayımı, 1870’de yaşanan
Beyoğlu ve 1872 Kuzguncuk yangınları, 1845’de ilk çiçek aşısının
uygulanması ve İstanbul için bir mülk vergisinin konması da bu dönemin
anılmaya değer diğer olaylarıdır. Meşrutiyet Dönemi Sultan Abdülaziz’in
gürültülü bir şekilde tahttan indirilişi ve meşrutiyeti ilan sözü
alınarak II. Abdülhamid’in tahta çıkarılışı ile İstanbul’da yeni bir
dönem başlar (31 Ağustos 1876). Sultan II. Abdülhamid 23 Aralık 1876’da
Meşrutiyet’i ilan etti. Ancak kısa süre sonra başlayan Türk-Rus Savaşı
(27 Nisan 1877) İstanbul’u paniğe boğdu. Bu savaşta Rumeli cephesine
yakınlığı nedeniyle İstanbul savaşın birçok acısını yaşadı. Kentin
içinden batıya asker sevki, öte yandan cepheden gelen hastalar ve
yaralılarla savaştan kaçan Rumelili muhacirler kentte birçok sıkıntıya
yol açtı. Bu muhacirler sefalet içinde cami ve medreselerde ve boş
alanları saran tahta ve teneke barakalarda yaşamaya çalışıyorlardı.
Bütün bu yaşananlar nedeniyle, bu savaş halk arasında “Doksanüç Harbi
Faciası” diye anılır. 13 Şubat 1878’de Sultan Abdülhamid, Meclis-i
Mebusan’ı süresiz kapattı. 3 Mart 1878’de Rus ordularının Yeşilköy’e
(Ayastefanos) kadar gelmesi üzerine Ayastefanos antlaşması imzalandı;
uzun bir barış dönemi başladı. 1881’de Devlet’i Osmani’nin ödenmeyen
borçları için Duyun-u Umumiye kuruldu.
13 Haziran 2013 Perşembe
İstanbul İli Tarihi Eserleri 5
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Sayfamızı Beğenmenizle
Mutluluk Duyarız
Mutluluk Duyarız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder